

AK Parti’nin Sözcüsü Ömer Çelik, Habertürk canlı yayınında güncel konulara dair önemli açıklamalar yaptı. Çelik’in ifadelerinden dikkat çeken noktalar şu şekilde:
Terörün Türkiye’nin gündeminden çıkarılması, geçmişte rahmetli Özal döneminde de tartışılmış bir konuydu. Bu mücadele, hem uluslararası hem de iç siyasi boyutları ile birlikte, bazen demokrasiye müdahale gerekçesi olarak ele alınmış bir durum. İktidara geldiğimiz dönemden itibaren terörle mücadele yanı sıra, terörden vazgeçirme ve ikna yöntemleri üzerinde de durulmuştur. Bizim siyasete girmeden önceki dönemdeki deneyimli siyasetçilerimizin gözlemleri var; bazıları MGK’da da yer almışlardı ve bu dönemde ikna edici unsurların yeterince kullanılamadığını belirtmişlerdi. Devletin yumuşak güç unsurlarının devreye sokulması her zaman önemli bir gündem maddesi olmuştur. Ancak bazen iç siyaset, dış siyasetin uygun olduğu dönemlerde bile kırılgan bir zemin oluşturmuştur. Demokrasiyi hedef alanların eylemleri ile terör örgütünün yaptıkları arasında bir ilişki bulunuyor; bu konu üzerine konuşulmuş doğru tespitlerin yanı sıra kurgusal komplo teorileri de mevcut.
“Cumhurbaşkanımız ‘Devlet içinde devlet olamaz’ demişti”
Demokratik siyasi süreçlerin yeterince konsolide olmaması ve sisteme hakim olmaması durumu ile Özal ve Eşref Bitlis Paşa’nın da adı geçmektedir. Cumhurbaşkanımızın başbakanlık döneminde de benzer zorluklar yaşanmış, o dönemde sivil siyasetin güçlü durmadığı, belli vesayet odaklarının siyasete hâkim olduğu bir dönem söz konusuydu. Sivil toplumun bu durumu gündeme taşıdığı görülüyor. Bizim bakış açımız, devletin yumuşak güç unsurlarının hukuksal mekanizmalarla hayata geçirilmesi yönündeydi. Cumhurbaşkanımız, bu konuyla ilgili olarak askeri bürokrasi içinde bir ‘bu sürece karşıyız’ yaklaşımı olmaması gerektiğini belirtti. O süreçte Cumhurbaşkanımız; ‘Kimse devlet içinde devlet değildir’ açıklamasını yapmıştır. Siyasi iktidarımız ciddi tehditlerle karşılaşmasına rağmen bu durumu yürütmüştür.
“Bugün siyaset konsolide haldedir”
Sonuçları itibariyle bu meseleye yönelenlerin, karanlık yapıların tehdidi altında olduğu çok sayıda örnek ile sabittir. Çözüm süreci ve milli birlik kardeşlik döneminde Cumhurbaşkanımız ile iktidarımızın karşısında imalarda bulunmaya çalışanlar bulunmuştur. Bu meselenin çözümünde bilinen yöntem, devletin sert güç unsurlarının devreye sokulmasıdır. Cumhurbaşkanımızın o dönemde ‘Burada kararı hükümet verir, siz devlet içinde devlet olamazsınız’ yaklaşımıyla ek güç unsurlarının kullanılmasına dair kararlılık sergilenmiştir. Bugün sivil siyaset konsolide bir yapıya sahiptir. Demokratik siyasetin meşruiyetine gölge düşürecek vesayetçi odaklar ortadan kaldırılmıştır. Türkiye’de bir günde demokratik siyasetin konsolide hale gelmediği aşikardır; bu bir zaman alışkanlığı gerektiren bir süreçti.
“Bu mesele siyasi sabotaja açık bir meseledir”
Söz konusu vesayet odakları, ‘Bu mesele siyaset üstüdür’ veya ‘Bu mesele siyaset dışıdır’ gibi ifadeler kullanarak hükümeti muaf tutmaya çalışıyorlardı. Demokrasiyi zehirlemeyi hedefleyen bu sorunların başında Kürt meselesi ve Kıbrıs meselesi gelir. Bunlar yüksek siyaset oldukları kadar gündelik siyasettir de, asıl olan tüm konuların siyasetin içinde yer aldığıdır. AK Parti’nin bu meselelere mesafeli olduğu iddiasını çürüten pek çok delil var; yumuşak unsurların kullanılması, zaten partinin özünde yer alan bir yaklaşımdır. Bu meselede uluslararası odakların ne zaman müdahale edebileceği ve karşımızdaki yapının bunu nasıl çarpıtabileceği konusunda bilgi sahibiyiz. Bu mesele her zaman büyük bir hassasiyetle ele aldığımız ve Cumhurbaşkanımız ile Sayın Bahçeli’nin de belirttiği gibi siyasi sabotajlara açık bir konumdadır. Bu alanda birden fazla sabotaj olasılığı bulunmaktadır.
“Birtakım güçlerin devreye girdiğini biliyoruz”
Pek çok yasal ya da yasadışı yapı, bazı devletler aracılığıyla bu süreçleri sabote etmek için harekete geçiyor. Örneğin, DEAŞ zamanlarında yakaladığımız bir şahıs, daha önce 3-5 yıl PKK terör örgütünde yer almış, ardından DEAŞ’a geçmiş bir kişiydi. Aynı zamanda bir Avrupa devletinin istihbarat organizasyonu ile bağlantılıydı. Bu durum, Türkiye’nin yalnızca iç cephesi açısından değil, bölgedeki ilham verici rolü açısından da önem taşımaktadır. İstemeyen bazı güçlerin devreye girdiğini rahatlıkla ifade edebiliriz. Ortadoğu’nun kendine özgü dinamikleri var ve Türkiye ile son yıllarda doğrudan karşılaşmaktan kaçınan ülkeler, bu tür unsurları kullanarak hareket ediyor.
“Bir arkadaşımız Kürt olduğu için otobüsten indirildi”
Bu meseleyi insani bir mesele olarak, çocukken yaşadığım bir olayı hatırlayarak anladım. Ortaokulda, 5 arkadaş birlikte belediye otobüsüne bindik. Otobüs durduklarında, herkesin nüfus cüzdanını kontrol ettiler. Dördümüzün kimliğine hiçbir şey çıkmadı, ancak 5. arkadaşımızı otobüsten indirdiler. Tek neden 4 kişinin Türk, bir arkadaşımızın ise Kürt olmasıydı. Ben ona ‘Neden böyle yapıyorlar?’ dedim, o da ‘Nüfus cüzdanımda Diyarbakır yazdığı için böyle yapıyorlar’ yanıtını verdi. Bu, Türkiye’de siyasi hayatı zehirlemek isteyenler için bir örnektir. Meclis’te, günümüzde sıradan görülen ifadelerin bile geçmişte büyük etkiler yarattığını biliyorum. 12 Ağustos 2005’te, Cumhurbaşkanımızın Diyarbakır’da yaptığı konuşma, vesayetçi sistemle ilgili önemli bir dönüm noktasıydı. O dönemde ‘Biz etnik, din veya bölgesel milliyetçiliğe karşıyız’ diyerek demokrasi standartlarını yükseltmekten bahsetmişti.
“İç cephenin güçlenmesi” nasıl sağlanacak?
Cumhurbaşkanımız, bu konuya Ahlat’taki konuşmasıyla dikkat çekti. Orada çizgi çizen bir şemayı ortaya koydu. Bugün dünya, kaotik bir süreçten geçiyor. Artık iktidarların, başka ülkelerin topraklarını doğrudan istediklerini ve açıkça pazarlıklar yaptıklarını görmekteyiz ki, bunu 10 yıl önce kimse hayal edemezdi. Bu güçlerin dikkatli bir şekilde kullanılmasına en büyük itirazlar bilegetirilmektedir. Bugün yaşanan türbülansa karşı kendi bağışıklık sistemimizi kuvvetlendirmek zorundayız. Atatürk’ün ifadeleriyle etrafımızdaki karışıklıklara karşı savunma gücümüzü artırmalıyız.
“Terörsüz Türkiye bir devlet politikasadır”
Sayın Bahçeli, tüm siyasi partilerin elini sıkarak tarihi bir çağrı yaptı. Bunun sağlıklı bir tartışma zeminine katkıda bulunması amacıyla gerçek milliyetçilik anlayışı ile iç cephenin güçlendirilmesi hedeflenmektedir. Cumhur İttifakı’nın ortak duruşu ile bu süreçte Sayın Bahçeli’nin katkıları öne çıkmaktadır. Sayın Cumhurbaşkanımızın grup konuşmasında belirttiği ‘terörsüz Türkiye’ ifadesi, devlet politika olarak benimsenmiştir. Bu durum, devletin en üst düzeyindeki kişilerin talimatı olduğundan, tüm devlet kurumları için bir emir anlamına gelir. Ahlat’ta yapılan çağrı, Sayın Bahçeli’nin tarihi çağrısı, Sayın Cumhurbaşkanımızın iradesi ve DEM Parti heyetinin kabulü, sürecin ardında MİT’in görüşmeleri yer almaktadır. Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatları doğrultusunda TSK, Emniyet ve Jandarma gerekli hazırlıkları yapmalıdır.
“Türkiye’ye kim silah çeker, operasyon yapılır”
Türkiye’nin hedef alınması halinde gerektiğinde operasyon yapılacaktır. Türkiye’ye silah kaldıran tüm unsurlar ilkesine karşı harekete geçecektir. Geçmişte belirli yaklaşımlar söz konusuydu. Sayın Cumhurbaşkanımızın ‘silahlarını gitsinler’ ifadesine karşılık ‘hayır, silahlarını gömecekler’ demesi önem kazanmıştır.
“Örgütün kendini feshetmesi gerekir”
Silah bırakma meselesi, pasif bir duruma geçmek anlamına gelmemelidir. Uluslararası düzeyde başka uygulalardı da görülmüştü. Burada asıl önemli olan durum, örgütün kendini feshetmesi ve silahları teslim etmesidir. PKK’nın tüm uzantıları, içeride ve dışarıda, Sayın Cumhurbaşkanımızın da ifade ettiği gibi, Türkiye aleyhinde faaliyet gösteren yapılarla ilgili olarak sona erdirilmelidir. Terörün finansmanı da kritik bir konu. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde alınan Batasuna kararı oldukça kapsamlıdır. Sürecin hedefi, PKK’nın tüm uzantıları, yani Avrupa, Irak, Suriye, İran’daki PEJAK yapılarının da kapatılmasını gerektirmektedir. Irak ve Suriye’deki durumlar farklılık gösterse de, bu güçlerin de silahlarını teslim etmesi gerektiği unutulmamalıdır.
“Sahada silahların bırakıldığı gözükmeli”
Birileri bu süreci gerçekleştirecektir. Bazı tanıdık unsurlar aktif olacaktır. Biz bu konuyu belirttiğimizi ve buna odaklandığımızı ifade ediyoruz. Cumhurbaşkanımız, ‘Biz bu konuda temkinliyiz ama iyimseriz’ dedi. Sürecin tüm yönleri ve bağlantıları göz önünde bulundurulmalıdır. Kararlılığımızdan asla ödün vermeyeceğiz. Süreci etkin bir şekilde yönetmeli, sabotajların olmaması gerektiğini sağlamalıyız. Silah bırakma meselesinin sadece sözde kalmaması, sahada görünmesi şarttır. TSK ve MİT, ilgili mekanizmaları hızla kurmalı ve etkili bir şekilde çalışmalıdır. Doğrulama mekanizmasının oluşturulması, bu süreç içerisinde ayları aşmamalıdır. Aksi takdirde sabotaja açık hale geliriz. Bizim açımızdan sözlerin tutulması, gri alanlar tesisi gibi bir değerlendirme taşımaktadır. Somut ve eksiksiz gerçekleşmelidir.