

Dünya üzerindeki toplam su miktarı, okyanuslar, atmosfer ve topraklar gibi devasa kaynaklarla sınırlı olsa da, bu suyun yalnızca küçük bir kısmı tatlı su olarak insanlara sunulmaktadır. Uzun yıllar boyunca, nüfus ve tarımsal faaliyetlerin azalması ile su depolama ve aktarma teknolojilerinin yetersizliği nedeniyle insanlar, su kaynaklarının sadece bir kısmını kullanabilmiştir. Ancak 20. yüzyılın ortalarından itibaren, özellikle beton teknolojisinin yaygınlaşmasıyla birlikte nüfus artışı ve tarımsal endüstriyel faaliyetlerdeki artış, su kullanım oranlarının artmasına neden olmuştur.
İkinci Dünya Savaşı sonrası gelişen kalkınma anlayışı, hem gelişmiş ülkelerde hem de sömürgecilikten yeni kurtulmuş bölgelerde tarımsal üretim artışı baskısı oluşturmuş ve kentleşmenin getirdiği sorunlar su kaynakları üzerinde ek bir yük oluşturmuştur. Bu dönemde çevresel etkilerin tam olarak anlaşılmaması, kalkınma amacıyla su tarımında önemli artışlara yol açmıştır.
Dünyada Kuruyan Göl Örnekleri
Su tüketiminin artması, tatlı su kaynakları olan göl ve nehirlerin doğal dengesini bozmuştur. Bunun en bilinen örneği, Sovyetler Birliği döneminde yaşanan ve günümüze kadar uzanan Aral Gölü’nün kurumasıdır. Tarımsal üretimi artırmak amacıyla Orta Asya’nın Seyhun ve Ceyhun nehirleri kullanılarak yapılan sulama, gölün zamanla kurumasına neden olmuştur. 1991 yılında Sovyetler Birliği'nin çökmesine rağmen, sorun daha da kötüleşerek Aralkum Çölü haline gelmiştir. Göl tabanında oluşan bu çöl, insan, hayvan ve bitki yaşamını tehdit eder hale gelmiştir.
Başka bir önemli sorun ise İran’da yaşanan Urmiye Gölü’nün kurumasıdır. İklim değişikliğinden kaynaklanan yağışların azalması, gölün besleyici nehir sularının ulaşmasını engelleyerek alanının küçülmesine sebep olmuştur. Gölü besleyen 25 baraj da bu duruma katkıda bulunmaktadır. Ayrıca, bölgede meydana gelen kuraklık, başkent Tahran’ın taşınmasına kadar ciddi önlemler gerektirmiştir.
Bu iki örnek, günümüzde önemli çevresel etkileri olan göl kayıplarını öne çıkarmaktadır. İklim değişikliği ve yanlış su yönetimi politikaları, dünyanın farklı coğrafyalarında benzer sorunların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu sorunları hafifletmek amacıyla Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP), çeşitli eylem planları geliştirmekte ve üye devletlere yönelik stratejiler hazırlamaktadır.
Dünyanın tatlı su kaynaklarının yaklaşık %90’ını kapsayan göller, hızla küçülmeye devam etmekte ve içerdikleri kirlilik oranı artmaktadır. UNEP, dünya genelindeki büyük göllerdeki kirlilik ve su seviyesini izlemekte ve çözüm önerileri sunmaktadır. Ancak uluslararası çabaların başarılı olabilmesi için, yerel düzeyde de etkili politikaların geliştirilmesi gerektiği unutulmamalıdır.
Yerel uygulamalar, ulusal politikalarla entegre edilmediği takdirde, çeşitli dirençlerle karşılaşabilir. Mevcut su yönetimi uygulamalarından kısa vadede kar sağlayan grupların direnişi, her alanda bu sorunların çözümünü zorlaştırmaktadır. Etkili politikalar oluşturmak ve uygulanmasını sağlamak için öncelikle bu gruplarla ilişkilerin düzenlenmesi gerekmektedir.
Sapanca Gölü Neden Kuruyor?
Türkiye örneğine bakıldığında, göl seviyesindeki düşüşler acil eylem planlarını devreye sokmuştur. Eber, Akşehir, Bafa, Beyşehir, Burdur, İznik, Seyfe ve özellikle Sapanca gölleri dikkat çekmektedir. Sapanca Gölü, evsel ve endüstriyel su kullanımı nedeniyle sürekli olarak azalmaktadır. Ayrıca, bölgede inşa edilen yazlıkların atık sularının göle karışması, gölün evsel kullanımını zorlaştırmaktadır.
Evsel su kullanımının yanı sıra, şişe su sektörünün gölü besleyen sular üzerindeki tesisleri de durumu kötüleştirmektedir. Gölü besleyen 12 dere üzerinden yapılan su çekimi, su seviyesinin daha da azalmasına yol açmaktadır. Yeni yerleşimlerin, yeşil alanları terk ederek yeraltı sularının beslenmesini engellemesi, sorunun artmasına neden olmaktadır.
Bu sorunların çözümü için yüzey akışı, yeraltı akışı ve su çekmelerinin sürekli izlenmesi önem arz etmektedir. Göl kuruması, çevresel, ekonomik ve toplumsal sorunlara yol açmaktadır. Kısa vadede kazanç sağlayan uygulamalar yerine, uzun vadede sürdürülebilir çözümler tercih edilmelidir.



