

Çanakkale Savaşı sırasında, 110 yıl önce Gelibolu Yarımadası’nda 25 yaşında şehit düşen teğmenin, cephede iki aylık oğluna yazdığı notlar, herkesin duygularını harekete geçiriyor.
Okuyanların Gözlerini Yaşartıyor
Çanakkale’nin kanla yoğrulmuş topraklarında, savaş sırasında baba haberini alan İstanbullu Behzat Kerim Efendi’nin hiç görmediği oğluna yazdığı mektup, okuyanların gözlerini yaşartıyor.
AA muhabirinin Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Atatürk ve Çanakkale Savaşlarını Araştırma Merkezi arşivinden derlediği bilgilere göre, Vefa Lisesi ve Mekteb-i Hukuk’tan mezun olan Behzat Kerim Efendi, Beylerbeyi’ndeki eski İhtiyat Zabitan Mektebi’nde askeri eğitim aldıktan sonra 1. Balkan Savaşı’na katıldı ve Çongra Muharebesi’nde yaralandı.
Çanakkale Cephesi’nde Savaşmıştı
Sonrasında ticaretle uğraşan Behzat Kerim Efendi, Osmanlı’nın 1. Dünya Savaşı’na katılacağını ilan etmesiyle birlikte 4. Kolordu’daki askeri birliğe teğmen olarak atandı ve kendi isteği ile Çanakkale Cephesi’ne gitti.
25 Yaşında Şehit Düştü
Gelibolu Yarımadası’nda Kerevizdere ve Kemalyeri’ndeki çatışmalara katılan genç teğmen, Anafartalar Cephesi’ndeki ilk taarruza iştirak etti ve 6 Ağustos 1915 tarihinde süngü hücumu sırasında 25 yaşında şehit oldu.
110 Yıllık Hatıra Defteri
Teğmen Behzat Kerim Efendi’nin babası ve iki aylık oğlu Ertuğrul’a yazdığı notların yer aldığı hatıra defteri, şehit olduğu gün özel eşyaları arasında bulundu. Kahraman teğmenin cephedeki duygularını ve düşüncelerini paylaştığı hatıra defteri, ailesinin onayıyla şehadetten dört ay sonra Kurtuluş Savaşı yıllarında Tanin gazetesinde “Bir Şehidin Defter-i Hatıratından” başlığıyla yayımlandı.
“Çanakkale Değil, Demir ve Kan Kaleye Gidiyorum”
Şehit teğmen Behzat Kerim Efendi, ailesinden ve İstanbul’dan ayrılırken kaleme aldığı hatıratında şu ifadeleri kullanmıştır:
“Oh! Artık emelime nail oldum. Ben de nihayet, dinim, yurdum, şen ve mesut hatırat ile berhayat sevgili İstanbul için canımı feda edebileceğim, çünkü Çanakkale’ye, hayır haşa, Çanakkale değil, demir ve kan kaleye gidiyorum. Şimendiferdeyim (tren). Babamın İstanbul’da benden gizleye gizleye nurlu çehresinden akıttığı mebzul (pek çok) yaşları, Nebihe’nin kadınca coşkunluklarını, hatta sevgili yavrumun bana bir selam-ı veda yollar gibi gül ağzından döktüğü hüzn-ü alud (hüzünlü) figanı görmedim, duymadım bile.
Ben İstanbul’u, ebediyen Müslüman ve Türk kalacak olan şu mübarek halife ve hakanlar yurdunu müdafaa ederken ihtiyar babamın saadetine, masum yavrumun hayatına, sevgili Nebihe’min ırzına, bilhassa hiç tanımadığım anacığımın Merkez Efendi’deki asude mezarına uzanan kirli menfur (iğrenç) elleri kıracağımı biliyorum. Bu gayeye vusul için icap ederse bir İngiliz gibi katı kalpli, bir Moskof gibi vahşi olacağım. Binabirin (bundan dolayı) babamdan, zevce (eş) ve evladımdan hatta hepsinden kıymetli İstanbul’dan bi-teessür (üzülmeden) güle güle ayrılıyorum. Selam sana, ey kalbimin Kabe’si İstanbul. Ölüme gidenler sana veda ediyorlar.”
Oğlunu Rüyasında Görmüş! ‘Baba, Bak, Ben Senin Öldüğüne Hiç Ağlamıyorum’
Şehit teğmen, cephede gördüğü rüyayı 26 Temmuz 1915 tarihli hatırasında şöyle anlatıyor:
“Dün gece garip bir rüya gördüm. İki gün süren savaşın yorgunlukları beni bitap bırakmıştı. Rüyanın başlangıcını hatırlamıyorum, yalnız hatırlıyorum ki yavrum Ertuğrul pür neşe başımı okşuyor, ‘Baba, bak, ben senin öldüğüne hiç ağlamıyorum. Gülüyorum.’ diyordu.
“Katiyen Ağlama”
Hakikaten, evladım, ben şu gaza meydanında, düşman karşısında şehit olursam, katiyen ağlama. Bilakis gül çünkü, hiç tanımadığın baban, sana Fatih’i düşmanın elinde esir, liva-yı (bayrak) İslam’ı serengül, mesacit (Medine’nin kuzeyindeki yedi mescide verilen isim) ve mabedi harap ve muhakkar (okunduğunda veya üzerinde taşındığında Allahü tealanın muhafazasına kavuşmaya vesile olan ayet-i kerimeler) göstermemek için öldü. Allah göstermesin, sen şu zilletleri görseydin benim ferdi hayatım senin için bir leke olmaz mıydı? Bırak, ben öleyim. Var olsun senin hakiki annen, vatan. Ben o kadar vehham (kuruntulu) değilim. Fakat, bilmem, nasıl bir zaaf-ı hisse kapıldım. Bu rüyadan sonra ateşe girmeden hemen abdest alıyor, anneciğimin beşikte bir müvekkil-i sıyanet (koruma) olmak üzere başucumda açtığı iz’amı Allah’ın birliği ve İslam’ın vahdeti için daraban edilmeyen kalbimin üzerine koyuyorum.”
Hasret Mektupların Tamamında Var
ÇOMÜ Atatürk ve Çanakkale Savaşlarını Araştırma Merkezi Müdürü Doç. Dr. Barış Borlat, AA muhabirine, Çanakkale Cephesi’ndeki askerlerin büyük çoğunluğunun evli olduğunu ve birçokunun çocuk sahibi olduğunu belirtti. Bu durumun askerlerin ailelerini geride bırakarak cepheye gelmelerine neden olduğunu vurgulayan Borlat, “Bu, askerler için aile hasretini beraberinde getirdi. Çanakkale Cephesi’ndeki askerlerin en çok düşündükleri şeylerden biri de aileleri oldu.” dedi.
Borlat, Behzat Kerim Efendi’nin günümüze ulaşan hatıra defterinde, muharebe ettiği bölgeleri, evladına ve ailesine olan hasretini anlattığını kaydetti.
“Son Mektuplarını Yazmışlar”
“Hasret halinin, yazılan mektupların tamamında yer aldığını görüyoruz. Dönemin subaylarının yazdığı günlük ve hatıratlarda, ailelerine gönderdikleri mektup örneklerinin bir kısmını da görmekteyiz. Gönderilen mektuplar, aileye ulaşmadan cephede şehit olacak ya da son mektubunu yazarken şehit olacaktır. Behzat Kerim Efendi’nin şehit olduğu ağustos muharebeleri sırasında, 13 Ağustos’ta 57. Alay Komutanı da ailesinden aldığı mektubu okumuş ve aile ile ilgili o kurgu içinde son mektubunu yazacağı sırada şehit olmuştur. Aileler evlerinde ya da askerler cephe hattında belki de son mektuplarını yazmıştı. Bu mektuplar niçin önemli? Çanakkale Cephesi’ndeki askerlerin en büyük kaygısı, ‘Savaşmaktan korkmuyoruz, korktuğumuz tek şey unutulmak.’ Diye düşünmüşlerdir. Biz bu mektuplar sayesinde askerin kaygısının ortadan kalktığını, 110 yıl sonra da olsa o ruh halini, cephe içerisinde ne hissettiklerini anlamış olacağız.”